Günümüzün hızla değişen pazarlarında bazı markalar kendilerini “zincirlenmiş” hissederler. Bu zincirler; eski alışkanlıklar, yanlış stratejiler veya dış baskılar nedeniyle markaların özgün ve yenilikçi olmasını engelleyen kısıtlayıcı unsurlardır. Marka yöneticileri, girişimciler ve firma sahipleri için bu rehber, zincirlenmiş markaların hangi prangalarla mücadele ettiğini kavramsal olarak analiz edecek ve bu zincirleri kırarak nasıl özgün ve özgür bir marka olunabileceğine dair stratejik öneriler sunacaktır. Akademik temelli ancak yaratıcı ve eleştirel bir bakışla, her bir “zinciri” tek tek ele alıp işletmeler üzerindeki görünür/görünmez etkilerini inceleyeceğiz. Sonrasında, bu kısıtları aşmak için uygulanabilir çözüm odaklı tavsiyeler paylaşacağız.
Zincirlenmiş Markaların Karşılaştığı Temel Kısıtlayıcı Unsurlar
Zincirlenmiş bir marka, rekabet gücünü ve yaratıcılığını zayıflatan pek çok engelle karşı karşıyadır. Aşağıda bu kısıtlayıcı unsurların başlıcalarını kavramsal olarak analiz ediyoruz. Her bir “zincir”in ne olduğu, işletmelere etkisi, gizli maliyetleri ve örnek durumlar kısaca açıklanmıştır.
- Ekonomik Zorunluluklar (Mali Kısıtlar)
Pek çok marka, ekonomik dalgalanmalarda ayakta kalabilmek için pazarlama ve inovasyon harcamalarını kısmak zorunda kalır. Özellikle durgunluk dönemlerinde bütçeleri kısmak bir zorunluluk gibi görünse de bu kısa vadeli tedbir uzun vadede marka için görünmeyen maliyetler doğurabilir. Örneğin, ekonomik sıkıntıda reklam ve iletişimi tamamen kesmek ilk etapta tasarruf sağlayabilir; ancak uzun vadede rakiplerin pazarda pay kazanmasına ve müşterilerin rakiplere kaymasına yol açar . Etkisi: Marka görünürlüğü azalır, müşteriler alternatif bilgi kaynaklarına yönelir ve güven kaybı oluşabilir. Görünmeyen maliyeti: Bugün tasarruf edilen bütçeler, gelecekte kaybolan müşterileri geri kazanmak için katbekat harcanmak zorunda kalınabilir . Örnek: 2008 küresel krizinde agresif reklam kesintisine giden bazı markaların, kriz sonrası dönemde eski pazar paylarını toparlamakta zorlandıkları görülmüştür.
- Hedef Kitle Analizindeki Hatalar
Doğru hedef kitle analizi yapamamak, markaların müşteriye ulaşma çabalarını boşa çıkaran önemli bir zincirdir. Hata Örnekleri: Ürünü geliştirip sonra ona müşteri aramak (yani müşterinin problemini çözecek bir ürün tasarlamak yerine, mevcut ürüne müşteri uydurmaya çalışmak) sık yapılan bir hatadır. Ayrıca, “herkesi hedeflemek” de bir diğer yaygın yanılgıdır. Pazarlamada bilinen bir gerçek şudur ki “herkese hitap etmeye çalışan bir marka, aslında hiç kimseye tam olarak hitap edemez” . Tüm kitleyi tek ve homojen görmek, mesajların bulanıklaşmasına neden olur. Etkisi: Yanlış hedef kitle analizleri sonucu markanın iletişim stratejisi odaklanmaz; mesajlar potansiyel müşterinin ilgisini çekmez ve reklam yatırımları boşa gider. Görünmeyen maliyet: Düşük etkileşim oranları, yüksek pazarlama harcamaları ve elde edilemeyen satış fırsatlarıdır. Örnek Durum: Diyelim ki lüks bir moda markası aslında dar bir niş kitleye hitap etmesi gerekirken “18-65 yaş arası herkes” gibi geniş bir segmenti hedeflediğini varsaysın. Bu durumda ne söyleminde ne de kanal seçimini optimize edebilir; sonuç olarak kampanyaları genel ve etkisiz kalır.
- Trendleri Kaçırma veya Geç Kalma
Pazar trendlerini yakalayamamak ya da yeniliklere geç tepki vermek, markayı geçmişin zincirlerine mahkûm eder. Özellikle teknolojik ve kültürel dönüşümlere uyum sağlayamayan markalar ciddi kayıplar yaşar. Etkisi: Trendleri kaçıran bir şirket, müşteri beklentilerindeki değişime cevap veremez ve rakiplerinin gerisinde kalır. Örneğin, dijital fotoğrafçılık yükselirken bunu önemsemeyen bir marka, pazar payını hızla yitirebilir. Örnek: Fotoğraf devi Kodak, ilk dijital fotoğraf makinesini icat etmesine rağmen yeniliği benimsemekte gecikmiştir. Şirket yönetimi, dijital kameraların film satışlarını baltalayacağından korkarak bu alana tam yatırım yapmamış; sonucu olarak Sony, Canon, Nikon gibi rakipler dijital piyasada öne geçmiştir . Kodak’ın bu stratejik gecikmesi, markanın onlarca yıllık liderliğini sonlandıran bir görünmeyen maliyet doğurmuştur. Yani trendleri geç yakalamanın bedeli, pazar liderliğini ve markanın geleceğini kaybetmek olabiliyor.
- Güncellenememe (Durağan Marka İmajı)
Zamanla durağanlaşan marka imajı, markanın geçmişte takılı kalmasına yol açan bir diğer kısıttır. Marka imajı, tüketicilerin zihninde markayla ilgili oluşmuş algıların toplamıdır ve genellikle geçmiş deneyim ve mesajlara dayanır. Araştırmalar, marka imajının çoğunlukla geçmişle alakalı ve durağan olduğunu, oysa marka kimliğinin dinamik ve geleceğe dönük şekilde tasarlanması gerektiğini belirtmektedir. Etkisi: Markanın iletişim dili, görsel kimliği veya ürün portföyü uzun süre güncellenmezse, yeni nesil müşterilere çekici gelmeyebilir. Durağan imaj, markayı yenilikçi rakipler karşısında yaşlı ve ilgisiz gösterir. Görünmeyen maliyet: Bu durum bir gecede dramatik etkiler yaratmasa da uzun vadede marka sadakatinde erimeye ve pazar payında sinsi bir düşüşe neden olur. Örnek: Bankacılık sektöründe yıllarca aynı logosu ve hizmet yaklaşımıyla kalan köklü bir banka, fintech (finansal teknoloji) çağında genç müşterileri çekmekte zorlanabilir. Marka imajını yenilemek ve dijital çağa uyum sağlamak için adım atmayan bu banka, güvenilir ama “eski” bir imaja hapsolarak potansiyel büyüme fırsatlarını kaçırır.
- Belirsiz veya Hatalı Marka Önergesi (Değer Önermesi)
Markanın müşteriye vadettiği temel değer net değilse veya yanlış kurgulanmışsa, bu da markayı zincirleyen kritik bir sorundur. Belirsiz marka önergesi, potansiyel müşterilerin “Bu marka bana ne sunuyor? Neden tercih etmeliyim?” sorularına cevap bulamaması demektir. Sonuç olarak müşterileriniz web sitenize gelse bile birkaç saniye içinde hiçbir şey anlamadan ayrılabilirler – bu da yüksek hemen çıkma (bounce) oranı demektir. Etkisi: Değer önermesi net olmayan markalar, hedef kitlelerinin zihninde flu bir konumda kalır. Müşteri, markanın hangi sorunu çözdüğünü veya hangi ihtiyaca yanıt verdiğini kavrayamazsa, rakip bir markaya yönelebilir. Görünmeyen maliyet: Düşük dönüşüm oranları (ziyaretçinin müşteriye dönüşememesi), fiyat odaklı rekabete mahkûmiyet (değer anlaşılmadığı için müşteri sadece fiyata bakar) ve pazarlama kaynaklarının boşa harcanmasıdır. Örnek: Diyelim ki bir yazılım şirketi, ürününün faydalarını anlaşılır şekilde ortaya koymak yerine teknik jargona boğulmuş bir mesajla çıkıyor. Bu durumda potansiyel müşteri, yazılımın kendisine nasıl bir değer katacağını anlamaz ve sayfayı terk eder; oysa rakip bir şirket aynı ürünü net bir değer teklifiyle sunuyorsa müşteri onu tercih edecektir.
- Yanlış Segmentasyon ve Konumlandırma Hataları
Pazarı yanlış segmentlere ayırmak veya markayı pazarda hatalı bir konuma yerleştirmek, markayı stratejik olarak kilitleyen zincirlerdir. Segmentasyon hataları: Hedef kitleyi doğru bölümlere ayırmamak veya her segmentin farklı ihtiyaçlarını göz ardı etmek şeklinde ortaya çıkar. Örneğin, tüm müşterilere tek bir profilden bakmak veya şirket içi politikalar gereği önemli bir segmenti ihmal etmek buna dahildir. Konumlandırma hataları: Markanın rakiplerinden ayrışacak net bir konum belirleyememesi ya da tüketici zihninde karışık bir imaj bırakmasıdır. Çok geniş bir kitleye hitap etmeye çalışırken verilen mesajların genelleşmesi, markayı kimliksiz hale getirir. Etkisi: Yanlış segmentasyon, pazarlama kaynaklarının yanlış yerlere odaklanmasına yol açar; yanlış konumlandırma ise müşteri zihninde markanın bir anlam ifade etmemesiyle sonuçlanır. Bu durumda marka, ya “ben de varım” diyen sıradan bir oyuncu olarak algılanır ya da tutarsız mesajları yüzünden güven kaybeder. Görünmeyen maliyet: Marka konumlandırmasındaki belirsizlik, uzun vadede müşteri sadakatine zarar verir; çünkü tüketici markayı nereye oturtacağını bilemez. Ayrıca şirket, aslında kârlı olabilecek niş pazarlardan pay alamazken, herkesin mücadele ettiği geniş segmentlerde para harcamaya devam eder. Örnek: Otomotiv sektöründe bir marka düşünelim; hem lüks hem ekonomik imajı bir arada vermeye çalışsın. Bu ikircikli konumlandırma yüzünden tüketiciler o markayı zihinlerinde netleştiremez. Sonuçta ne lüks segmentte Rolls-Royce gibi saygın olabilir, ne de ekonomik segmentte Toyota kadar güven kazanabilir – arada kaybolur.
- Marka İçgörüsünün Oluşturulamaması
Marka içgörüsü, markanın hem kendi kimliği hem de hedef kitlesinin derin motivasyonları hakkında edindiği bilgi ve anlayıştır. Bu içgörüyü oluşturamayan veya kullanamayan markalar, karar alma ve yaratıcılık süreçlerinde veriden yoksun kalırlar. Etkisi: İçgörüsü olmayan bir marka, neyin işe yarayıp yaramadığını net göremediği için ürün geliştirmede, iletişimde ve kampanyalarda deneme-yanılmaya mahkûm olur. Oysa sağlam bir marka içgörüsü, yaratıcı süreçlerin yakıtı gibidir – sınırları değil, tam tersine bağlantı noktalarını belirleyerek markaya uygun özgün içerik ve kampanyalar üretilmesini sağlar . İçgörüsü zayıf markaların iletişimleri genellikle klişe veya başka markaların mesajlarına benzer olur, bu da hedef kitlede beklenen etkiyi yaratmaz. Görünmeyen maliyet: İçgörü eksiği, markanın kendini tekrar etmesine veya piyasa gerçeklerinden kopuk kararlar almasına yol açar. Uzun vadede markanın rekabet gücü azalır; çünkü rakipler müşteri verilerini ve içgörülerini kullanarak çok daha isabetli hamleler yaparken, içgörüsüz markalar körlemesine strateji yürütür. Örnek: Bir e-ticaret şirketi düşünelim; müşteri verilerini analiz edip, örneğin hafta sonları mobil uygulamadan alışverişin arttığı içgörüsünü elde edememiş olsun. Bu içgörü eksikliği nedeniyle hafta sonu kampanyalarını web sitesi ağırlıklı yapmaya devam edecek ve istenen sonuçları alamayacaktır. Halbuki veriye dayalı bir içgörü, kampanyayı doğru kanala yönlendirip satışları ciddi oranda artırabilirdi.
- Yetersiz Rakip Analizi
Rakipleri doğru analiz etmemek, markayı kendi dünyasında hapseden ve dış pazardaki gerçeklerden koparan bir diğer prangadır. Etkisi: Şirket, rakiplerinin sunduğu değer tekliflerini, fiyat stratejilerini veya inovasyonlarını takip etmiyorsa, ya onların gerisinde kalacak hamleler yapar ya da onlara çok benzer bir pozisyona savrulur. Rakip analizi eksikliği, markanın kendini farklılaştıramaması sonucunu doğurabilir. Tüketicinin gözünde marka, alternatifler denizinde kaybolur; çünkü rekabet avantajını vurgulamamıştır. Görünmeyen maliyet: Doğrudan gözükmese de, rakiplerini iyi takip etmeyen bir şirket, pazar payını yavaş yavaş rakiplere kaptırır. Ayrıca, rakibin hata yaparak boşluk bıraktığı alanları da göremez ve bu fırsatları değerlendiremez. Örnek: Akıllı telefon pazarında, rakiplerinin kamera teknolojisine yatırım yaptığını görmezden gelen bir marka düşünelim. Bu marka, kendi telefonlarında kamerayı iyileştirmeye önem vermediği için bir süre sonra “kamera kalitesi düşük” algısıyla karşı karşıya kalacaktır. Rakip analizi yapsaydı, pazardaki bu trendi fark edip kendi ürününe yansıtabilirdi.
- Değişen Müşteri Alışkanlıklarını Yakalayamama
Müşterilerin satın alma davranışları, tercih ettiği kanallar ve tüketim alışkanlıkları zaman içinde sürekli evrim geçirir. Bu değişimi yakalayamayan markalar, müşterinin gerisinde kalan zincirlenmiş markalar haline gelir. Etkisi: Özellikle dijitalleşme, mobil kullanımın artışı, sosyal medya etkisi gibi hızlı değişim gösteren alışkanlıklara uyum sağlayamayan şirketler, müşteriye ulaşmakta ve onu elde tutmakta zorlanırlar. Tüketici trendlerini ve geri bildirimlerini görmezden gelmek, markayı hedef kitlesinin istek ve ihtiyaçlarından kopuk hale getirir. Örneğin, müşteriler artık belli bir özelliği önemsemiyorken şirket hâlâ onu vurgulamaya devam ediyorsa rekabette zorlanacaktır. Görünmeyen maliyet: Marka, mevcut sadık müşterilerinin bile yavaş yavaş uzaklaştığını geç fark edebilir. Yeni nesil müşteriler farklı bir iletişim dili veya hizmet deneyimi beklerken, bunları sunamayan marka, farkında olmadan pazar erozyonu yaşar. Örnek: Büyük bir perakende zinciri düşünelim; müşterilerinin çevrimiçi alışverişe kaydığı bir dönemde hâlâ sadece fiziksel mağazalara odaklanırsa, e-ticarete yatırım yapan rakipleri karşısında ciddi müşteri kaybeder. Değişen alışkanlık “evden alışveriş yapmak” iken bu marka eski alışkanlık olan mağaza gezmeye bel bağladığı için pazar payını yeni oyunculara kaptırır. Benzer şekilde, genç kitle TikTok gibi platformlarda vakit geçiriyorken marka iletişimini sadece televizyon reklamlarıyla sınırlandırmak da bu zincire bir örnektir.
Zincirleri Kırmak: Özgün ve Özgür Bir Marka İçin Stratejik Tavsiyeler
Yukarıda sıralanan zincirler her ne kadar yaygın olsa da, doğru stratejilerle kırılmaları mümkündür. Markanızı özgün kılmak ve stratejik bağımsızlığınızı kazanmak için aşağıdaki tavsiye edilen adımları dikkate alabilirsiniz:
- Marka Kimliğini Yeniden İnşa Etmek: Zincirleri kırmanın ilk adımı, markanızın özüne dönüp kimliğini sağlamlaştırmaktır. Markanızın misyonunu, vizyonunu ve değerlerini yeniden tanımlayın. Eğer marka imajınız durağanlaştıysa, kapsamlı bir rebranding (yeniden markalama) düşünebilirsiniz. Bu süreçte geçmişten gelen gereksiz yükleri atıp markaya taze bir kişilik kazandırmak, zincirleri gevşetmeye başlayacaktır. Örneğin, bir dönem inovasyonda geri kalan Apple’ın 1990’ların sonunda marka kimliğini “farklı düşün” sloganıyla yenileyip küllerinden doğması bu konuda çarpıcı bir örnektir.
- Dinamik Hedef Kitle Modelleri Oluşturmak: Hedef kitle analizindeki hataları aşmak için müşteri segmentlerinizi durağan tanımlar olarak görmek yerine, sürekli güncellenen canlı modeller olarak ele alın. Veri analitiği kullanarak müşterilerinizin davranışlarındaki değişimleri takip edin. Segmentasyonunuzu dönemsel olarak gözden geçirip “herkes” yerine belirli ihtiyaç kümelerine odaklanın. Örneğin, geniş bir kitleye hitap ediyorsanız bunu alt segmentlere bölüp her birine özel mesajlar geliştirin. Bu sayede her bir müşteri grubu, markanızın “tam da kendisi için” olduğunu hissedecektir.
- Proaktif Trend Analizi ve Yenilikçilik: Trendleri kaçırmamak için proaktif bir yaklaşım benimseyin. Pazar araştırmalarını ve trend analizlerini düzenli yaparak ufukta beliren değişimleri erken aşamada tespit edin. Şirket içinde bir inovasyon ekibi kurarak sadece bugünün ihtiyaçlarına değil, yarının muhtemel trendlerine yönelik de ürün/hizmet geliştirin. Senaryo planlaması ve teknoloji izleme yöntemleri kullanarak olası dönüşümlere hazırlıklı olun. Unutmayın, değişim tehdit değil fırsattır; yeter ki erken yakalansın. Örneğin, Netflix’in DVD kiralama işinden streaming (yayın akışı) trendine geçişi, proaktif trend takibine güzel bir örnektir – bu hamle ile eski iş modelinin zincirlerini kırıp sektör lideri oldular.
- Değer Önerisini Yeniden Tanımlama ve Sadeleştirme: Marka önergenizi (value proposition) masaya yatırın ve mümkün olan en basit ve anlaşılır hale getirin. Müşteriye tek cümlede hangi sorunu çözdüğünüzü veya hangi benzersiz faydayı sunduğunuzu ifade edebilmelisiniz. Eğer mevcut önergeniz bunu başaramıyorsa, karmaşık mesajları budayarak özündeki değeri ortaya çıkarın. Bu süreçte müşterilerden geri bildirim almak çok faydalı olur; onların gözünde sizin en önemli faydanız nedir, öğrenin. Örneğin, bir bulut depolama hizmeti “verilerinizi güvenle saklıyoruz” gibi basit bir önerme yerine teknik detaylara boğulmuşsa, bunu sadeleştirmek müşterinin algısını netleştirecektir.
- Stratejik Segmentasyon ve Konumlandırma Örnekleri Uygulamak: Yanlış segmentasyon ve konumlandırma hatalarını düzeltmek için stratejik yaklaşın. Pazarınızı anlamlı segmentlere ayırdıktan sonra, her segment için en uygun konumlandırmayı belirleyin. Gerekirse her bir hedef segment için ayrı değer önerileri ve mesajlar geliştirin. Ayrıca rakiplerin yoğunlaştığı “popüler” hedeflere değil, bazen göz ardı edilmiş boşluk segmentlere yönelmeyi düşünün. Örneğin, birçok rakibin genç kitleye oynadığı bir pazarda, siz ihmal edilen orta yaşlı bir segmenti hedef alarak burada lider olabilirsiniz. Konumlandırma açısından da markanızın hangi tek kelime veya konseptle anılmasını istediğinizi netleştirin (ör. “hızlı”, “lüks”, “çevreci” vb.) ve tüm iletişiminizde bu konuma sadık kalın.
- Veriyle Beslenen Marka İçgörüsü ve Yaratıcı İçeriğe Dönüştürme: Marka içgörülerini beslemek için veri toplamayı ve analiz etmeyi alışkanlık haline getirin. Müşteri anketleri, odak grup çalışmaları, sosyal medya etkileşimleri gibi kaynaklardan elde edeceğiniz içgörüler, hem stratejinizi hem de yaratıcı kampanyalarınızı güçlendirecek yakıtı sağlar. Edindiğiniz içgörüleri yaratıcı ekibinizle paylaşarak reklam kampanyalarında, içerik pazarlamasında kullanın. Örneğin, genç bir hedef kitleye sahipseniz ve içgörüleriniz onların mizahi dile olumlu tepki verdiğini gösteriyorsa, kampanyalarınızda esprili bir dil kullanmak markanızı özgün kılacaktır. İçgörüye dayalı yaratıcı hamleler, markanızı rakiplerden ayıran özgün bir ses yaratmanıza yardımcı olur.
- Sürekli Güncellenen Rakip İzleme Modelleri Kurma: Rakip analizi bir kerelik bir iş değildir; sürekli ve sistematik bir süreç olarak ele alınmalıdır. Bunun için bir rekabet istihbaratı sistemi kurun: Rakiplerin ürün lansmanlarını, fiyat değişikliklerini, reklam kampanyalarını ve müşteri geri bildirimlerini düzenli takip edin. Elde ettiğiniz bilgileri kendi stratejik planınıza entegre edin. Örneğin, bir rakibinizin belirli bir segmente özel çok başarılı bir kampanya yürüttüğünü gözlemlerseniz, benzer segmentte siz ne yapabilirsiniz analiz edin (taklit etmek zorunda değilsiniz, belki tam tersine onların gölgesinde kalmamak için farklılaşabilirsiniz). Ama bu bilgiyi bilmeden atıl kalmak yerine, hamlelerinizi rakip hareketlerine göre kalibre etmek markanıza hareket kabiliyeti kazandırır.
- Müşteri Alışkanlıklarına Duyarlı, Esnek Sistemler Kurma: Müşteri alışkanlıkları değiştiğinde bunlara hızla uyum sağlayabilecek esneklikte olun. Şirket içinde değişime dirençli kültürü kırın ve çevik (agile) çalışma yöntemlerini benimseyin. Örneğin, müşterileriniz mobil uygulamadan hizmet bekliyorsa, ürün geliştirme önceliklerinizi buna göre revize edin. Pazarlama kanallarınız arasında müşteri eğilimlerine göre hızlı geçişler yapabilin (örn. televizyon reklamlarından dijital platformlara kaymak gibi). Müşteri verilerini gerçek zamanlı izleyip içgörüler çıkartarak alışkanlık değişimlerini yakalayın; sonra da bu değişime uygun aksiyonlar için bürokratik engelleri en aza indirin. Bu esneklik, markanızı stratejik olarak bağımsız kılar – yani pazar koşulları ne yönde değişirse değişsin, siz zincirlenmiş değil uyum sağlayabilir durumda olursunuz.
Zincirlerinden kurtulmuş, özgün ve özgür bir marka olmak kısa vadeli bir hedef değil, uzun vadeli bir stratejik yolculuktur. Bu yolculuğa çıkan markalar, sadece mevcut sorunlarını çözmekle kalmaz, aynı zamanda gelecekteki fırsatları yakalama konusunda da avantaj elde eder. Marka zincirlerini kırarak stratejik bağımsızlık ve farklılaşma sağlamak, uzun vadede sürdürülebilir başarıyı getirir. Özgün bir marka, fiyat rekabetine daha az girmek zorunda kalır; çünkü müşteriler nezdinde benzersiz bir değere sahip olur. Aynı şekilde zincirlerini kırmış bir marka, değişen trendlere ve krizlere karşı daha dayanıklı ve uyumlu hale gelir. Bu sayede sadece bugünkü pazarda değil, yarının belirsiz koşullarında da ayakta kalabilir.
Unutmamak gerekir ki, tarihte büyük başarılara imza atmış markalar da zamanında bu zincirlerle karşılaşmıştır. Örneğin, bir dönem duraklama yaşayan Apple, yenilikçi stratejilerle kendini yeniden tanımlayıp bugün dünyanın en değerli markalarından biri haline gelmiştir. Benzer şekilde, uzun yıllar film satış gelirine zincirlenmiş Kodak gibi bir dev, bu prangaları kıramadığı için dijital çağda geride kalmıştır. Bu örnekler, marka yönetiminde atalete kapılmadan, sürekli öğrenen ve adapte olan bir yaklaşımın önemini ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak, zincirlenmiş markaların özgün ve özgür hale gelebilmesi için cesur adımlar atmaktan çekinmemek gerekiyor. Mevcut durumun eleştirisel analizi, yaratıcı çözümler ve kararlı uygulama bir araya geldiğinde, marka üzerindeki ağırlık yapan zincirler teker teker kırılacaktır. Böylece marka, kendi kimliğiyle barışık, müşterileriyle güçlü bir bağ kurabilen ve rekabette proaktif davranabilen bir konuma yükselecektir. Bu da uzun vadede marka sadakatini, kârlılığı ve itibarını artırarak akademik temelli fakat pratikte de karşılığını bulan bir başarı hikâyesi yazacaktır.