Yaşadığımız çağı bilgi çağı olarak adlandırılanlar oldu. Bu yüzden çoğu insan bilginin çok kıymetli olduğunu düşünüyor. Oysa farkındalık ile birleşmeyen bilgi sadece bir hiçtir. Bazen bilmek ve bilmemek arasında fark yoktur. Bunu daha iyi anlamak için Dr. Jordan B. Peterson’ın “Hayat İçin 12 Kural” kitabında yer verdiği bir araştırmaya değinelim. 2014 yılında “Birinci Basamakta Reçete Edilen İlaçlara Birincil Uyumsuzluğun İnsidansı ve Belirleyicileri” üzerine yapılmış bir çalışmada yüz kişiye bir ilacın reçete yazıldığı, yazılan bu reçeteyi 100 kişiden üçte birinin hiç almadığı belirtilmiştir. Kalan altmış yedi kişinin yarısı reçeteyi almış fakat ilaçları doğru şekilde kullanmamıştır. İlaçlarıyla birlikte doktorun belirttiği şekilde beslenmesine ve uyku düzenine dikkat etmeyenlerle birlikte başarı oranı iyice azalmıştır. Böylelikle çalışma, reçetedeki ilaçların başarılı kullanım oranının yalnızca %13’lük bir dilimde kaldığını göstermiştir.
İlacını almayan hastaların sorunu nedir? İyileşmek istemiyorlar mıdır?
Daha kötüsü de var. Araştırma diyaliz hastaları üzerinde yapılmış. Diyaliz hastalığından kurtulmanın tek yolu organ naklidir. Nakil, tipik olarak alıcı açısından uzun süren kaygılı bir bekleyişin sonunda gerçekleşir. Çünkü, insanların çok az bir kısmı öldükten sonra organ bağışı yapar. Hayattayken organ bağışı yapanların sayısı çok daha azdır. Bağışlanan organların çok azı bir alıcıyla eşleşir. Bu kaygılı bekleyiş sırasında hasta diyalizle ile hayatını sürdürebilir. Diyaliz, mucizevi ancak çok zorlu bir süreçtir. Haftada beş ila yedi kez uygulanması gerekir ve ortalama sekiz saat sürer. Diyelim ki organ bulundu ve nakil gerçekleşti, bundan sonrası için de bazı aksaklıkların yaşanması muhtemeldir. Organ naklinin komplikasyonlarından birisi de, vücudun organı reddetmesidir. Bağışıklık sistemimiz, yeni organı tanımlayamadığı için onu reddeder ve bir nevi o organa savaş açar. Bunu önlemek için bazı ilaçları almamız gerekir ki bu ilaçlar da bağışıklığı zayıflatarak bulaşıcı hastalığa maruz kalma riskimizi artırır. Bu ilaçların kullanılmasına rağmen, organın vücut tarafından reddedilmesinin sıkıntıları yine de ortaya çıkabilir. Bu durum ilaçların başarısız olmasından kaynaklanmaz. Burada söz konusu olan, daha ziyade ilacın yazıldığı kişi tarafından kullanılmamasıdır. Yani kısacası nakil ameliyatı çok uzun süreli bir bekleyişin ardından, ciddi riskler ve büyük harcamalarla gerçekleşir.
Bütün bunları sırf ilacınızı almadığınız için kaybetmek?
İnsan bunu kendine nasıl yapabilir?
Bu nasıl mümkün olabilir?
Diyaliz hastalarının yaşadığı tüm zorlu süreçleri gözümüzün önüne getirip biraz empati kuralım. Buna bir de çok düşük bir ihtimal de olsa uygun organın bulunmasını umutla bekleyişlerini ve diyaliz hastalığından kurtulmanın tek yolunun bu olduğunu ekleyelim. Başarılı bir organ nakli ameliyatı geçirmelerine rağmen, vücutlarına dahil olan organı kabul etmesi için uygulayacakları tedavi reçetesine insanların sergilediği tutum ve sonuç çok çarpıcıdır. 100 hastadan sadece 13 kişi reçetesindeki ilaçların tamamını tedarik etmiş, düzenli olarak kullanmış ve doktorunun tavsiyelerine uymuştur.
Sonuç ne kadar korkunç değil mi?
İnsan, algı süreçleriyle var olan bir canlıdır. Bu yüzden, ne kadar zorluk yaşarsak yaşayalım, ne kadar umut edersek edelim, elimizde nasıl kurtulacağımızı bildiğimiz tek bir seçenek bile olsa, %13’ümüz başarılı olabiliyor. Çünkü bilmek yapmak değildir. Yapmak için yeterli farkındalığa ulaşmamız gerekir. İşte, bu farkındalık başarılı-başarısız, güçlü-zayıf, hasta-sağlıklı, mutlu-üzgün, düzenli-dağınık arasındaki çizgidir.